Aslında bu makaleyi 2020 yılında yazmıştım. Bugün İmralı heyetinin yaptığı açıklamadan sonra tekrar okunması gerekir diye düşünüyorum. Bir ülkenin bekasında en temel sorun, vatandaşlarının eşit ve gönüllü yurttaşlık temelinde bütünleşik bir toplum oluşturamamış olmasıdır. Türkiye Cumhuriyet tarihi boyunca bu çabanın içinde olmuş, ancak bunu bir türlü başaramamıştır. Bunda etnik yapı ve inançlar da etkili olmuştur. Türkiye’nin üniter bir devlet olarak devamını istemeyen emperyalist mihraklar, zaman zaman etnik yapı ve inanç ayrılıklarını kaşıyarak Türkiye’nin enerjisinin bu noktalarda harcanmasına sebep olmuşlardır. Nitekim bir dönem Asala, daha sonra PKK terörü ile uğraşmamızın temelinde bunlar yatmaktadır. Bu durum Türkiye için güvenlik sorunu haline gelmiştir.
Ancak toplumsal yapısı çok parçalı olan başka ülkelere bakıldığında bir güvenlik sorunu bulunmamaktadır. O zaman dikkat etmemiz gereken husus şudur. Bu ülkelerin hangi özellikleri bizden farklı ki toplumsal yapılarındaki etnik çeşitlilik ve fikir ayrılıkları o ülkeler için güvenlik sorunu oluşturmuyor. Bakıldığında birçok farklılık görmek mümkündür. En temel farklılıklar, ekonomik gelişmişlik, evrensel hukuk sistemi ve ileri demokrasi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bütünleşik toplumların oluşmasında temel sözleşme, her yurttaşın kendisine içinde yer bulacağı, bireysel özgürlükleri esas alan demokratik bir Anayasadır. Böyle bir Anayasada devlet, etnik yapı ve inançlara karşı kör olmalıdır. Anayasa önünde her vatandaş, eşit yurttaşlık temelinde hür ve eşit bireyler olarak görülmelidir. Anayasa bunu teminat altına almadığı takdirde, insanlar ya etnik bazda, yada inançlar çerçevesinde örgütlenerek toplumda kendilerine yer bulmaya çalışmaktadırlar.
Etnik temele dayalı dernekleri, hemşehri derneklerini, cemaat ve tarikatları bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. Bu tür örgütlenmeler oluşturdukları güç ile devlet yönetimi üzerinde oluşturdukları baskı ile ayrıcalıklar temin edebilmektedirler. Ayrıca devlet içine sızarak yakın ve yandaşlarına torpil ve iltimaslar yaparak çıkar sağlamaktadırlar. Halbuki bir yurttaşın torpili cebinde taşıdığı vatandaşlık kimlik kartı olmalıdır. Bu teminat altına alınmadan Bütünleşik bir toplumsal yapı oluşturmanın imkanı yoktur.
Bir ülkenin ekonomik gelişmişliği de toplumdaki ayrışmaların önlenmesi bakımından önemlidir. Ekonomisi güçlü olan dünya ülkelerine bakıldığında üretimden hakkı olan payı aldığına inanan, standartların üstünde bir refah seviyesine ulaşan insanlar farklı örgütlenmelere ihtiyaç duymamaktadır. Bu ülkelerde vatandaşlığın en önemli dayanağı vergi mükellefi olmaktır. Vergisini tam ve zamanında ödeyenler yasalar önünde sözü geçen itibarlı insanlardır. İleri demokrasilerde, temsili demokrasiden çok katılımcı demokrasiye önem verilmektedir. Bu yolu seçen ülkelerde sivil toplum örgütleri çok güçlüdür. Halk devlet karşısında haklarının korunmasını sadece seçtiği vekillere bırakmaz. Sendikalar, sivil toplum kuruluşları aracılığı ile yönetime demokratik katkı sağlarlar. Bu şekilde örgütlenen toplumların yönetilmesi de kolaylaşır.
Son yıllarda Türkiye, bu bahsettiğimiz sisteme ulaşmak yerine, tam aksine oldukça uzaklaşmıştır. Bir dönemin askeri vesayetine karşı çıkanlar, kendi yönetimlerini kurduklarında bu defa kendileri statükocu durumuna gelmişlerdir. Hatta statükoyu koruma yolunda ittifak bile kurmuşlardır. Bunun karşısında değişimi isteyenler de bir ittifak kurma ihtiyacını duydular. Her ittifak kendi oy tabanını konsolide ederek toplumun ayrışmasına sebep olmuşlardır. Toplumun dengeleri bozuldu. Başlangıçta kendilerince demokrasi diye yola çıkanlar, belli engelleri aştıktan sonra gizli ajandalarını uygulamaya koydular. Millet yerine Ümmet söylemlerini ön plana çıkardılar. Halbuki tarih bize ders almamız için yol gösteriyor. Tarihte ümmetleşen milletler kimliklerini kaybederek yok olmuşlardır.
Yüzyılın en uzun süren, terör ve isyan hareketini yöneten Abdullah Öcalan bile, özerklik ve federasyon talebinden vaz geçmiştir. Bugün İmralı Heyeti aracılığı ile yaptığı açıklamada, demokratik siyasetten başka yol olmadığını ifade etmektedir. Ancak bu söyleminde samimi olmadığını düşünüyorum. O demokrasi denilince, Anayasanın 66. Maddesindeki vatandaşlık tanımının değiştirilmesini kastetmektedir. Bu girişim dolaylı olarak, ilk dört maddeye dokunmak anlamına gelmektedir. Ancak Cumhur İttifakı ve paydaşlarının, DEM Partinin de desteğini alarak TBBM de 400 oy sayısına ulaşacağı anlaşılmaktadır. Bu durumda anayasanın referandumsuz değiştirilmesi gündeme gelecektir.
Öcalan'ın yapmış olduğu "Barış ve Demokratik Toplum" çağrısı, Cumhuriyetimize kurulmuş bir tuzaktır. Muhalefeti bir defa daha uyarmak istiyorum, eşit yurttaşlık temelinde, bütünleşik bir toplum olmanın ötesinde taviz verilmemelidir. Zaten Öcalan topu hükumete atarak, Kandile de kongrenizi toplayarak kendinizi fesh edin önerisinde bulunmaktadır. Burada çözüme yönelik değil, seçime yönelik algı yaratılmaya çalışılmaktadır. Devlet Bahçeli bu açıklamayı çok istiyordu. Öcalan PKK'yı dağıttığını haykırsın demişti ama haykıramadı. O da gücünün sınırlı olduğunu bilmektedir. Önümüzdeki süreç, adım adım anayasa değişikliklerinin yapılacağı günler olacaktır.